Servet Gündoğdu: “Sinema sanatı yargı değil, belirsizlik üretir”
Samsun Üniversitesi Düşünce ve Sanat Çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi (DÜSAM) bünyesinde Fragmanter Film Okumaları başlıklı etkinlikler dizisi, Dr. Servet Gündoğdu eşliğinde A Hidden Life / Gizli Bir Yaşam filmi üzerinden yapılan program ile başladı. 9 Haziran 2020 tarihinde online bir platform üzerinden gerçekleştirilen programda, Dr. Servet Gündoğdu’nun kurgu ve ahlak bağlamındaki film analizi ile katılımcıların aktif soru ve yorumları birleşerek film çeşitli yönleriyle tartışıldı.
Konuşmasına filme dair zihninde oluşan temel soruyla başlayan Dr. Gündoğdu, filmin mutlak kötünün karşısında durmanın kişiyi mutlak iyi kılıp kılmayacağını sorguladığını ifade etti: “Filmin baş karakteri Franz, masumların öldürüldüğünü düşünerek Nazi ordusuna katılmayı reddeder. Ancak filmde, 2007 yılında Franz’ın Papa 16. Benedictus tarafından aziz ve şehit ilan edildiği bilgisi yoktur. Devletin hain, Kilisenin ise oldukça geç de olsa aziz ilân ettiği Franz için üçüncü bir ihtimal söz konusu olabilir mi? Franz’ın hayatını 2019 yılında beyaz perdeye taşıyan Malick’in kurgusal eseri, sinema sanatının doğasına uygun şekilde, bu noktada yeni bir yargı yerine giderilmesi güç belirsizlikler üretir.”
Tree of Life (Yaşam Ağacı) filmiyle yaygın bir ilgiye kavuşan Terrence Malick’in 2019 yapımlı A Hidden Life isimli filminin, hakkında konuşmaya ve düşünmeye değer birçok düzleme sahip olduğunu belirten Dr. Gündoğdu, filmin tarih, siyaset, din, sosyoloji ve bilhassa ahlak bağlamında yorumlanmaya açık olduğunu vurguladı. Yaşanmış bir olayı anlattığını söylese de onun bir sanat eseri ve kurgu olduğunu da ihmal etmemek gerektiğini ifade eden Dr. Gündoğdu, özetle filmin II. Dünya Savaşı’nda Naziler için savaşmayı reddeden dindar bir Avusturyalı Katolik köylü olan Franz Jägerstätter’in hayatını anlattığını belirtti. Ardından filmi analiz etmeye başlayan Dr. Gündoğdu, filmin doğayla kurduğu ilişkiyi analiz etti: “Film kuş cıvıltılarının ardından filmin baş karakteri olan Franz’ın şu şiirsel sözleriyle başlar: “Yuvamızı yükseklere yapabileceğimizi düşünmüştüm. Ağaçların tepesine. Kuşlar misali uçmayı. Dağların tepesine.” Son cümleyi ise eşi Fani’nin ağzından işitiriz: “Franz seninle dağlarda yeniden buluşacağız.” Film bu iki cümle arasında geçer. Filmin baş karakteri Franz’ın sesiyle işittiğiniz bu yükseklerdeki mistik yalnızlığı arayan sözlere on sekizinci asrın büyük Alman bestekarı Handel’in İsrail Mısır’da adlı müziği eşlik eder. Franz’ın kiliseye düzenli giden bir dindar olduğunu biliriz. Dolayısıyla mistik bir dinsellik, şiirsellik ve musiki daha filmin başından itibaren izleyiciye bir arada sunulur. Eşiyle beraber büyümüş otları tırpanlar. Az uzakta Kilise, daha uzakta yüksek bir dağ ve dağın üzerinde de sisli bir gök görünmektedir. Ahırda inekleri ve sıpası, kümeste tavukları ve evlerinin önünde koşuşturan güzel çocukları vardır. Baharın koyu yeşilini, çağlayanların sesini veren pastoral manzaralar büyüleyicidir. Köyde yaşayanlar birbirlerine karşı sevgi doludur. Birbirlerine topladıkları meyvalardan tebessümle ikram ederler. Ama her günün bir sonu vardır. Köyde akşam olduğunda bellek canlanır, en güzel elbiselerini giyinmiş ilk tanışmalar, utangaçlıklar anımsanır ruha dokunan müzikler eşliğinde. “Eskiden hayatın ne kadar yalın” olduğunu fark eder insan. Hiçbir belanın ulaşamadığı vadiler, bulutların üstünde yaşayan insanlar… Mutlu geçmiş anımsandığında gelecekten kaygı duymak gerekir.”
“Savaşın şehre, özgürlüğün ise doğaya ait olduğu yolunda bir imge söz konusudur filmde.”
Kır yaşamının büyüleyici şiirselliğinden köy üzerinde uçan savaş uçaklarıyla yavaş yavaş uzaklaştığımızı belirten Dr. Gündoğdu filmde şehir ve doğa arasındaki ikilemin ve gerilimin temel bir motif olduğunu ifade etti: “Savaşın şehre, özgürlüğün ise doğaya ait olduğu yolunda bir imge söz konusudur filmde. Bu doğru mu? Gizli yaşamı bulabilmek için neden doğaya yöneliriz? Avusturyalı dindar bir genç köylü doğru bir yaşamın şehirdeki savaş değil, doğayla uyum içindeki kırsal yaşam olduğunu söyler. Taşra çekimlerinde oyunlar, çocuklar ve müzikler dikkat çeker. Pastoral manzaralar ve kameranın görmediği yerde gerçekleşen diyaloglar. Dahası hiç durmadan hareket eden kamera sanki filmin başlangıcını anımsarsak topraktan göğe doğrudur ve bu, doğayı toprağın gözünden görüyormuşuz gibi bir his uyandırır. Artık gözü bağlanmış mutluluk körebe oynamıyordur. Şehre geçildiğinde müzikler farklı ve keskin hal alır. Sahne değişir, 1940 yılında Enns askeri üssündedir artık Franz. Renkler gridir, duyulan sesler kilisenin dingin musikisi ya da kadınların güzel sesli şarkıları değil, askerlerin sert ayak sesleridir. Artık uzaklardan gönderilen hasret yüklü mektuplar okunur Franz’ın sesinden. Savaştan sonra doğa da artık masum değildir. Belediye başkanı savaşın Almanlar için neden önemli olduğunu anlatan ırkçı bir nutuk çeker. Köylülere yabancı olan bu cümleler, cevap vermekten korkulan cümlelerdir de… Kadehler eksik ellerle göğe yükselir. Tanık oldukları kötülüğün farkında bile değillerdir. Çünkü buna alışmışlardır.”
“Dünyanın iyileşmesi kısmen tarihe mal olmayan eylemlere bağlıdır”
Filmin başı, ortası ve sonu olan geleneksel bir anlatıya sahip olduğunu belirten Dr. Gündoğdu, filmde merkezi temanın belirsizlik olduğuna dikkat çekti. Filmin bir biçimde tarihe mal olmayan kimselerin veya olayların aslında dünyanın dönüşümünde ne ölçüde kritik olduğunu vurgulayan Dr. Gündoğdu, ancak Franz’ın hayatında film boyunca yüzleri belli belirsiz görünen üç küçük kız çocuğunun kritik bir rolü olup olmadığının bilinemez kalacağını ifade etti: “Oysa küçük kız çocuğunun, babasının eve dönebilme umudu o kadar yüksektir ki gece uyumadan evvel annesine ‘kapıyı kilitleme ki babam girebilsin’ der. Yemek yerlerken ‘Yemekten artır ki babam yiyebilsin’ der. Adaletsiz davranmaktansa adaletsizliğin kurbanı olmak iyi midir? Vicdanı bağlı olmaktansa eli bağlı olmak iyi midir? Bu sözlerin tamamı bencilce bir idealizm mi yoksa? Franz’ın itirazlarının gerçekten dini olup olmadığından hiç emin değilizdir.” Belirsizlik durumunun filmin adıyla bize geldiğine işaret eden Dr. Gündoğdu, filmin başlığında yer alan hidden sözcüğünün gizli kalması gereken bir secret olmadığını, onun unutulmuş veya henüz farkına varılmamış bir şey olduğunu vurguladı. Filmin adının George Eliot’un Middlemarch romanından bir alıntı olduğunu belirterek Georg Eliot’tan ilgili pasajı dinleyicilere aktardı: “Dünyanın iyileşmesi kısmen tarihe mal olmayan eylemlere bağlıdır ki, üzerimizdeki etkileri önemsiz kabul edilemez ve onları, saklı bir hayatı sadakatle sürdüren, sonrasında ziyaret edilmeyen mezarlarda istirahat edenlere borçluyuzdur.”
“Gizli dil aslında burada gündelik hayatla bağ kuramayan mistik bir dildir.”
Ahlâkın bir değişme, kişinin kendi kendisiyle yüzleşme olgusu olduğunu vurgulayan Dr. Gündoğdu, film boyunca Franz’la özdeşleşmiş olan doğa bizi ahlaki olarak kendimizle yüzleşmeye davet etse de Franz için yüzleşme olgusunun gerçekleşmediğini ifade etti. Film boyunca “Neyin iyi neyin kötü olduğunu nereden biliyorsun?” sözünün yankılandığını ifade ederek şu ifadeleri kullandı: “Franz’da herhangi bir değişim emaresi dikkat çekmez. İnandığı dinden kuşkuya düşmez, ailesinin geleceği onu kaygılandırmaz. Kendisiyle yüzleşme. Bu yüzleşme süreci dil içerisinde veya anlatısal bir formda gerçekleşebilir. Ama o eşiyle, annesiyle veya herhangi birisiyle etraflı ve derin bir diyaloga girişmez. Belki mektuplarda çıkan bir gizli dilden söz edilebilir. Gizli dil aslında burada gündelik hayatla bağ kuramayan mistik bir dildir. Ama burada diyalogdan çok hala içsel bir monolog vardır. Terrence Malick’in bir Heidegger çevirmeni ve felsefe hocası olduğunu unutmamak gerekir. Belki de Malick mutlak kötünün yanında olanların da mutlak kötü olamayabileceğine işaret eder. Çünkü Heidegger’in Nazi yanlısı olması hâlâ bir eleştiri konusudur.”