Rektörümüz Prof. Dr. Mahmut AYDIN’ın Diriliş Postasında Yayınlanan 15 Temmuz; Demokrasi ve Milli Birlik Günü Mesajı
Prof. Dr. Mahmut Aydın FETÖ’nün 15 Temmuz hain darbe girişimine karşı Türk milletinin demokrasiden yana tavır alarak, yönetimi belirleme gücüne sahip çıktığını belirterek, milli birlik ve beraberlik mesajı verdi.
FETÖ’nün 15 Temmuz hain darbe girişiminin üzerinden beş yıl geçerken, yaralarını hızlıca saran Türkiye geçen bu zamanda 15 Temmuz’u unutmadı ve unutturmadı. Bu çerçevede Türkiye’nin önde gelen temsilcileri “15 Temmuz Demokrasi ve Milli Birlik Günü” kapsamında değerlendirmelerde bulundu. 17-25 Aralık ve 15 Temmuz darbe teşebbüslerinde dini duyu ve düşüncenin açıktan ve aşikar bir şekilde kullanılmıştır diyen Prof. Dr. Mahmut Aydın Diriliş Postası Gazetesi’ne özel röportaj verdi.
15 Temmuz Nedir?
Halkın iradesiyle iş başına gelmiş bir yönetimi zor/silah kullanarak devirme girişimine darbe denmektedir. Doksan altı yıllık Cumhuriyet tarihimizde özellikle de çok partili sisteme geçişten sonraki dönem askerî cuntalar, darbeler, muhtıralar ve kalkışmalar tarihi olarak nitelendirilebilir. 1950’li yılların sonlarından 2016 yılındaki FETÖ kalkışmasına kadar neredeyse her beş-altı yılda bir yeni bir darbe veya kalkışma hadisesine şahit olduk. 17-25 FETÖ tarafından organize edilen Aralık 2014 bürokratik ve 15 Temmuz askeri darbe kalkışmalarına kadar ki darbeler ve kalkışmalar ordu-siyaset ve asker-sivil ilişkileri çerçevesinde ele alınıp değerlendirilirken bu kalkışmalar darbe analizlerine din-cemaat ve siyaset boyutunu eklemiştir. Zira önceki darbeler ve muhtıraların aksine 17-25 Aralık ve 15 Temmuz darbe teşebbüslerinde dini duyu ve düşüncenin açıktan ve aşikar bir şekilde kullanılmıştır.
15 Temmuz’da Ne Oldu?
1970’li yılların başından itibaren son derece sinsi, takıyyeci ve ikiyüzlü bir stratejiyle başta askeriye, emniyet ve yargı olmak üzere devletin tüm kritik kurumlarına “paralel devlet yapılanması” mantığıyla sızmayı başardıktan ve kilit konumları tek tek ele geçirdikten sonra devleti tamamen teslim almak için 17-25 Aralık 2013’de yargı kalkışmasıyla başaramadığı süreci 15 Temmuz 2016 akşamı kalkıştığı askeri darbe teşebbüsüyle neticelendirmeye çalışan FETÖ’nün günah galerisi din, millet ve devlet üçgeninde çok büyük hasarlara yol açmıştır. FETÖ lideri Gülen’in 1970’lerde bir cami köşesinde Said Nursi ve Risale-i Nurdan aldığı destekle “iman kurtarma” ve “Kur’an ahlakıyla bezeli bir altın nesil oluşturma” söylemiyle başlattığı cemaat oluşturma teşebbüsü zamanla bir terör örgütüne evrilerek sadece ülkemize ve aziz milletimize ihanetle sonuçlanmamış aynı zamanda kara bir leke ve bir fitne ve fesat mirası olarak tarihteki yerini almıştır.
15 Temmuz’da, Türkiye siyasi tarihinin en ağır saldırısı yaşandı. Tarih yapıcı milletimiz, Anadolu’daki bin yılı boyunca hiç tanık olmadığı, en alçak ihanet girişimi ile karşı karşıya kaldı. Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) üzerinden ülkemize açık bir saldırı yapıldı. Elli yıl boyunca Batılı istihbarat teşkilatları tarafından devlet içine yerleştirilen bir terör örgütü, Müslüman coğrafyanın imamesi olan Türkiye Cumhuriyeti’ni rehin almaya ve lideri Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ı halkının gözünde itibarsızlaştırarak ortadan kaldırmaya kalkıştı.
15 Temmuz Hain Darbesine Kalkışan FETÖ’yü Nasıl Tanımlarsınız?
Eskilerin tabiriyle efradını cami ağyarını mani bir tanım yapacak olursak, 15 Temmuz darbesini hayata geçirmeye çalışan FETÖ’yü şu şekilde tanımlamamız mümkündür. FETÖ, Gülen kültü etrafında gelişip şekillenen, ilk dönemlerinde mürit kaynağını temin etmek için eğitime önem veren dini bir hareket olarak görünen daha sonraları ise sivil toplum, insani yardım, ekonomi, siyaset başta olmak üzere hemen her konuya el atan, 28 Şubat ve Ergenekon gibi süreçlerle ülkede kaos ortamı yaratan, oluşan kaos ortamında da yetiştirdiği militanlarını “uyuyan hücre modunda” devletin stratejik kurumlarına yerleştiren, başta ABD, İsrail ve Vatikan olmak üzere güç odaklarıyla ve bunların istihbarat örgütleriyle iş tutan, 17/25 Aralık 2013 bürokratik ve 15 Temmuz 2016 askeri darbe kalkışmalarıyla terör örgütlüğü tescillenen haddinden fazla sinsi, takiyyeci, ikiyüzlü, girift ve konjonktüre göre sürekli olarak kendini yenileyen bir yapıdır.
FETÖ’yü ve Onu Doğuran Gülen Hareketini Bir Din Bilimci Olarak Nasıl Tanımlıyorsunuz?
1950’lerden sonra ortaya çıkan, 1970’lerden itibaren de yaygın bir ilgi görmeye başlayan söylemlerinde coşkun bir dini, ruhi ve felsefi yaşantı vaat eden birbirinden farklı oluşumlar din bilimciler tarafından yeni dini hareket olarak adlandırılmaktadır. Yeni Dini Hareketlerin en belirgin özelliklerinin başında mensuplarından mutlak itaat ve sadakat talep etmeleri, oldukça hırslı karizmatik liderler tarafından yönetilmeleri, mevcut herşeyi iyi-kötü düalizmi içinde görmeleri, kendilerinin dünyayı değiştirecek altın nesil oldukları iddiası, mensuplarını dış dünyadan soyutlamaları ve kendilerinin dışında kalanları tehdit unsuru olarak görmeleri gibi özellikler gelmektedir.
15 Temmuz darbe kalkışmasıyla terör örgütlüğü tescillendiği için FETÖ olarak adlandırılmaya başlanan Gülenizm hareketi, 1970’li yılların başında Fethullah Gülen adlı bir vaiz tarafından şekillendirilen ve kuruluş yıllarında “Gülen Cemaati” veya sadece “Cemaat”, büyümesine paralel olarak “Camia”, küresel bir harekete dönüşmesinden sonra “Hizmet Hareketi” ve 17/25 Aralık süreciyle birlikte paralel bir dine dolayısıyla da yeni bir dini harekete dönüşmüştür. “Yeni dini hareketlerin süpermarketi” olarak nitelenen Amerika Birleşik Devletleri’nin Gülen Cemaatinin Gülenizm’e dolayısıyla da yeni dini harekete evrilmesinde ciddi katkısı olmuştur. Gülen’in 1999’da ABD’ye iltica etmesi Türkiye’de belli bir kıvama getirdiği hareketini ABD’nin desteğiyle 170 ülkede açtığı okullar ve kurduğu ticari ilişkilerle küresel güçlerin taşeronu olan Gülenizm’e dönüştürme sürecinin son halkası olmuştur. Bu süreçte Gülen, Amerikan usulü demokrasi, liberalizm ve insan hakları söylemlerini tamamıyla içselleştirmiş ve Amerika’daki güç merkezleriyle de uyumlu bir politika izlemeye başlamıştır. Bu durumun doğal bir sonucu olarak da Gülen, hareketini içinden çıktığı Müslüman gelenekten hızla uzaklaştırarak kendini “kâinat imamı”, hareketini de eğitim, medya ve finansal alanda Amerika-merkezli küresel bir külte dönüştürmüştür.
Gülenizm kültünün en önemli özelliği mutlak hakikati getirdiğine veya modern çağın aydınlatıcısı olduğuna inanılan, olağanüstü güçleri ve bilgisi olduğu varsayılan ve ilahi kurtarıcılık/mesihlik iddiasında bulunan karizmatik bir niteliğe büründürülen Fetullah Gülen’in şahsı etrafında ona sıkı sıkıya bağlı kişilerin oluşturduğu bir cemaat olmasıdır. Hem Yeni Dini Hareketlerin liderleri hem de Gülen taraftarlarının bağlılık ve sadakatlerini en üst düzeyde tutmak için rüya, vizyon ve ilham gibi kişisel bilgi kaynaklarına sürekli başvurma yoluna giderek sahip oldukları bilginin doğrudan Tanrı’dan alındığı dolayısıyla da mutlak hakikati temsil ettiği izlenimini vermek suretiyle öğretilerine karşı çıkmanın ya da reddetmenin Tanrı’ya karşı çıkmak olacağı algısını oluşturma yoluna gitmişlerdir. Gülenizm bağlıları liderleri Gülen’in ahirette kendilerine şefaat ederek onları toplu olarak kurtuluşa yani Cennet’e ulaştıracağına güçlü bir şekilde inandıklarından ona mutlak itaat ve bağlılık içindedirler. Buna göre eğer kişi tüm benliğiyle kendini Gülenizm’e adar ve lideri Gülen’e sadakatini ispat ederse ahirette onun şefaat himmetini hak eder. Bu hak ediş kişinin mutlak anlamda kurtuluşu yani Allah tarafından kabul edilebilir bir kul oluşu demektir. İfade ettiğimiz bu hususlar dahiline Gülenizm’in dolayısıyla da FETÖ’nün İslam’ın içinden çıkmakla birlikte zamanla ondan ayrışarak ayrı bir dini hareket olarak görmemiz, pek çok badire atlatmalarına rağmen hala Gülen’e sıkı sıkıya bağlı olanların ruh halini anlamamıza ciddi manada katkı sağlayacaktır.
Gülen Hareketinin bildik anlamda bir Müslüman Cemaat Olmadığını Söylüyorsunuz. Bu Söyleminizi Biraz Daha Açabilir misiniz?
Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi Fetullah Gülen tarafından 1970’lerin başlarında kurulan ve FETÖ olarak adlandırılıncaya kadar çeşitli isimler alan Gülen hareketinin aslında Müslüman dünyanın Hristiyanlaştırılması için 20. yüzyılın ikinci yarısında misyoner örgütleri tarafından hayata geçirilen Insider Movements (İçerinden Hareketler) kapsamında oluşturulan bir misyonerlik hareketi olduğunu da söyleyebiliriz. Hristiyan misyonerliğinin en temel görevlerinden biri İsa-Mesih’in ikinci gelişi öncesi dünyayı onun gelişine hazırlamaktır. Gülen Fasıldan Fasıla-3 adlı çalışmasında şu ilginç ifadelerde bulunmaktadır: “….Hazreti Mesih ister şahıs, isterse şahs‑ı mânevî olarak algılansın, onun yeryüzüne inmesi öncesinde, bize düşen vazifeler vardır. Bu cümleden olarak, ortamın onun temsil ettiği ruh ve manaya hazır hâle getirilmesi, Mehdiyet, Mesihiyet soluyan insanların yetiştirilmesi, dünya‑ukbâ dengelerinin yeniden yerlerine oturtulması sayılabilir”. Dahası Gülen, konuşmalarında günümüz Hristiyanlığının şekillendiricisi olan Pavlus olmak üzere Markos ve Yuhanna gibi İncil yazarlarına dua ve niyazda bulunarak methiyeler düzmeyi de ihmal etmemektedir.
Şubat 1979’da yayın hayatına başlayan Sızıntı dergisi ilk sayısından itibaren inceden inceye okuyucunun zihnini Hristiyan dünya görüşüne hazırlamak üzere programlanmıştır. Mesih’e ve Mesih’in dönüşüne hizmet etmek üzere cemaatini kuran Gülen, Sızıntı’nın ilk sayısında kapağa meşhur ağlayan çocuk resmini koymuş ve yazdığı ilk başyazısına da İsa-Mesih’in ikinci gelişine atıf yapan Vahiy 21’deki şu ifadeye atıfta bulunmuştur: “Onların gözlerinden bütün yaşları silecek. Artık ölüm olmayacak. Artık ne yas, ne ağlayış, ne de ıstırap olacak. Çünkü önceki düzen ortadan kalktı”. (Vahiy kitabı 21). Dahası başyazının ilk satırlarında “Aba-ı kenaiseyye-i hatırlatan cali şefkatimle” diyerek kendisini kilise babalarına benzeten bir Gülen portresiyle de karşılaşıyoruz.
Gülen’in Hristiyanlıkla ilintisiyle ilgili bir başka önemli benzerlik de Hristiyanlığın temel kurucu figürü olan Pavlus ile Gülen’in söylem, eylem ve davranışları arasındaki benzerliklerdir. Örneğin tıpkı Pavlus gibi Gülen’in de bilgi kaynağının ağırlıklı olarak vizyonlar/rüyalardır. Pavlus, İsa’nın vizyonla görünerek kendisini özel bir misyonla görevlendirdiğini ve söz konusu vizyon sonrası sık sık Mesih ile irtibat kurarak tebliğ ettiği tüm öğretileri Mesih’ten aldığını iddia ederken, Gülen de sıklıkla Hz. Peygamberi rüyasında görerek ondan doğrudan bilgi ve direktif aldığını iddia etmektedir. Hatta hem Pavlus hem de Gülen, taraftarlarının bağlılık ve sadakatlerini en üst düzeyde tutmak için rüya, vizyon ve ilham gibi kişisel bilgi kaynaklarına sürekli başvurma yoluna giderek muhataplarına sahip oldukları bilginin doğrudan Tanrı’dan alındığı dolayısıyla da mutlak hakikatı temsil ettiği izlenimini vererek öğretilerine karşı çıkmanın ya da reddetmenin Tanrı’ya karşı çıkmak olacağı algısını oluşturma yoluna gitmişlerdir. Pavlus’un vaazlarında ve yazdığı mektuplarda devamlı olarak –bazen kendini II. Korintliler 12:5-10’da olduğu gibi değersiz gösteren sıfatlarla tasvir etmiş olsa da- kendi şahsını öne çıkarması gibi Gülen de 1970’lerde İzmir Kestanepazarı’nda başladığı vaaz hayatında ve sonrasında bazen şahsı ile ilgili “Kıtmir”, “Abd-ı aciz”, “Fakir” gibi tevazuyu çağrıştıracak ifadeler kullanmasına rağmen her zaman kendi şahsını ön plana çıkarak merkezde tutmuştur. Hem Pavlus hem de Gülen’in takındığı bu tutum, karizmatik bir yapı oluşturmak için tevazu adı altında sahip oldukları azametli kibrin bir yansımasından başka bir şey değildir.
Pavlus’un öğretisini yaymada benimsediği “herkesle her şey olma”, “istenirse sünnet olmama” “putperestlerle birlikte aynı sofraya oturma”, “kişinin bulunduğu idareye boyun eğmesi” gibi takıyyeci politikası gibi Gülen de müritlerine açığa çıkmamak için “devamlı olarak ima yoluyla namaz kılma”, “içki içme”, “gayri İslami ortamlarda bulunma”, “zina yapma”, “flört etme” ve benzeri İslam dışı eylemlerde bulunmalarına fetva vermektedir. Pavlus ile Gülen arasındaki bir diğer önemli benzerlik de öğretilerini geniş kitlelere yaymak için muhataplarına yönelik diyalog, hoşgörü, sevgi ve şefkat gibi söylemleri dillerinden düşürmemeleridir. Ancak öğretilerine ve misyonlarına tehdit söz konusu olduğunda hem Pavlus hem de Gülen hemen tutum değiştirerek muhataplarına ağır hakaretlerde bulunmaktan çekinmemektedir. Örneğin Pavlus Galatyalılar 1:7-9’da kendi öğretisine ters düşen bir öğreti ortaya koyanlara lanet etmektedir. Aynı şekilde FETÖ lideri Gülen de 17/25 Aralık sonrası misyonuna tehdit olarak gördüğü kişilere yönelik beddua seansları düzenlemiş ve Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı’na “Firavun, Yezid” gibi ağır hakaretlerde bulunma densizliğini göstermiştir.
Gülen’in Hristiyan misyonerliğinin kullanışlı bir aparatı olduğunun bir başka önemli göstergesi de 9 Şubat 1998’de Papa II. John Paul ile görüşmesinde ona verdiği mektupta yer alan şu ilginç ifadelerdir. “Papa 6. Paul Cenapları tarafından başlatılan ve devam etmekte olan Dinlerarası Diyalog İçin Papalık Konseyi (PCID) misyonunun bir parçası olmak üzere burada bulunuyoruz. Bu misyonun tahakkuk edişini görmeyi arzu ediyoruz. En aciz bir şekilde hatta biraz cüretle, bu pek kıymetli hizmetinizi icra etme yolunda en mütevazı yardımlarımızı sunmak için size geldik.” Bu ifadede Gülen, Papa’ya ziyaretinin amacının yeni bir misyon yöntemi olarak tedavüle sokulan “dinlerarası diyalog” çalışmalarını yürütmek üzere Katolik Kilisesi tarafından kurulan Dinlerarası Diyalog İçin Papalık Konseyinin (PCID) bir parçası olduğunu ve bu kurumun temel misyonu olan Hıristiyan olmayanlarla diyalog adı altında dostane ilişkiler kurarak onlara İncil’i ve İsa-Mesih’i sunmak, eğer bu mümkün olmuyorsa onları Hristiyanlık sempatizanı yapmak suretiyle Hristiyan misyonuna yardımcı olmak olduğunu açıkça beyan etmiştir. Gülen’in Hristiyanlığın merkezi figürü olan İsa-Mesih’in ikinci gelişinin yolunu hazırlamak için görevlendirildiğinin bir başka çarpıcı örneği de Aksiyon dergisinin 10. Yıl özel sayısının “İnsanlık O’nu Bekliyor Hz. İsa” başlığıyla çıkmasıdır. Dahası bu sayının başyazısında insanlığın İsa’nın mesajına ihtiyacı olduğu, bundan dolayı günümüzde Hristiyan ve Müslümanların İsa’nın şahsiyeti etrafında bütünleşerek hem kendilerini hem de insanlığı kurtarma idealinde olmaları gerektiği altı çizilerek ifade edilmektedir.
Yeni FETÖ’ler Çıkmaması ve 15 Temmuzlar Olmaması İçin Ne Yapılmalı?
Bu sorunuza Mustafa Çalık’ın Türkiye Günlüğü dergisinin “15 Temmuz: ‘Hocaefendi’likten ‘Mehdi’liğe ‘İslam’sız Müslümanlığın Öteki Yüzü” konulu sayısında yer alan şu tespitleriyle yanıt vermek istiyorum: “Gülen Cemaati bugün için belki ‘öldü’, ama bilmeliyiz ki ruhu ‘istikamet’ten çok ‘keramet’e meraklı diğer bütün cemaat ve dergâhlarda ve onların ‘Gassâl elinde meyyit’ olmaya can atan müntesipleri arasında kol geziyor. Dürüstçe çalışıp ter dökerek kazanıp, haysiyetiyle alnı açık, başı dik gezmek yerine herhangi bir kanatlı hayvan gibi havalarda uçmanın hayaliyle eteğine yapışacak mürşit arayan bunca miskinin bulunduğu yerde, ‘the Cemaat’ gider, ‘another Cemaat’ gelir…”
Çalık’ın da altını çizdiği gibi FETÖ’nün gidip bir başka cemaatin veya dini görünümlü ya da dinden beslenen oluşumların onun yerini almaması için FETÖ’nün ve zihniyetinim deşifre edilerek etkisiz hale getirilmesi yanında bu tür yapılanmaların ortaya çıkmasına yol açan elverişli ortamların ve söylemlerin analiz edilmesi ve FETÖ’nün gelişmesine katkı sağlayan kişisel arzu ve isteklerin ve beleş Cennet taleplerinin dindirilmesi gerekmektedir. Tıbbi terimlerle ifade edecek olursak FETÖ hastalığının ülkemiz için felakete dönüşmesinde ciddi yabancı etkiler söz konusu olsa da bu hastalığın virüsü yerlidir. Bir taraftan FETÖ hastalığını yok ederken diğer taraftan da yeni FETÖ’lerin dolayısıyla da 15 Temmuzların olmaması için FETÖ’yü doğuran benzer virüslerin ve söz konusu virüslere yol açan etkenlerin de önceden tespit edilerek kontrol altına alınması yani koruyucu din hekimliğinin geliştirilmesi elzemdir. Güncel terimlerle 1,5 yılı aşkın bir süredir yaşadığımız salgın sürecinde aşı olmak suretiyle sadece Covid 19 virüsü ile değil onun varyantlarıyla da mücadele ettiğimiz gibi sadece somut olarak FETÖ ile değil devlet kurumlarını çete mantığı içinde ele geçirme, kendinden olmayanı dışlama, takiyye, kumpas, yalan haberlerle kamuoyu oluşturma ve kaos ortamı yaratma gibi belirtileri olan FETÖ varyantlarıyla da mücadele edilmesi gerekmektedir.