Samsun Üniversitesi Mimarlık ve Tasarım Fakültesinin düzenlediği etkinlikte Japonya’da Meiji döneminde Osmanlı İmparatorluğu’nu ziyaret etmiş olan mimar ve mimari tarihçi Ito Chuta’nın Osmanlı mimarisine ilişkin izlenimleri konuşuldu.
Samsun Üniversitesi Mimarlık ve Tasarım Fakültesi bünyesinde her salı günü düzenlenen ve misafir konuşmacıların mekânlara dair görüş, öneri, bilgi ve kişisel deneyimlerini katılımcılarla paylaştığı “Mekân Deneyimleri” ders etkinliğine bu hafta, İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Mimarlık Fakültesi Dr. Öğr. Üyesi Dr. Miyuki Aokı Girardelli konuk oldu.
Moderatörlüğünü Samsun Üniversitesi Mimarlık ve Tasarım Fakültesi Dr. Öğr. Üyesi Emin Selçuk Taşar’ın üstlendiği ve çevrimiçi gerçekleştirilen etkinlikte İTÜ Dr. Öğr. Üyesi Miyuki Aokı Girardelli “Meiji Dönemi Mimarı İto Chuta Osmanlı’da Gezerken”, başlıklı sunumunu gerçekleştirdi. Dr. Miyuki Aokı Girardelli’nin Japonya’da Meiji döneminde yaşamış bir mimarın bakışından Osmanlı İmparatorluğu mimari kültür deneyimlerini izleyicilerine aktararak, bilgi ve birikimlerini paylaştığı etkinliğe Samsun Üniversitesi akademisyenleri ve çok sayıda öğrenci katılım gösterdi.
“Modernleşme Süreci Mimari Kültürü Değiştirdi”
İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Dr. Öğr. Üyesi Dr. Miyuki Aokı Girardelli sunumunun başlangıcında, Japonya’nın politik, kültürel ve sosyal tarihi ile bilgiler aktardı. Girardelli Japonya’nın 19. Yüzyılda geleneksel bir imparatorluk anlayışından, modern bir devlete geçiş sürecinde yaşadığı sosyokültürel değişimlerin, geleneksel mimari kültür algısını da büyük ölçüde dönüşüme uğratarak biçimlendirdiğini söyledi. Konuşmasına Japon Mimar Ito Chuta’nın özgeçmişine dair bilgiler vererek devam eden Girardelli, Mimar Ito Chuta’nın Japon diline mimarlık kavramını kazandıran ve Japonya mimarlık tarihi yazan ilk Japon vatandaşı olduğunun altını çizdi. Girardelli, Chuta’nın 1902- 1905 arasında 3 yıl 3 ay dünya gezisine çıktığını ve bu süreçte de mimari araştırmalar yaptığını kaydetti.
Japon Mimar Ito Chuta’nın İstanbul İzlenimleri
Dr. Girardelli, Chuta’nın neredeyse tüm Japon entelektüel elitlerin Batı’ya gitmeye can attıkları bir dönemde Avrupa ya da Amerika Birleşik Devletleri yerine Asya’ya odaklanmasının oldukça az rastlanır bir durum olduğuna dikkat çekti. Chuta’nın 3 yıl 3 ay süren yolculuğu sırasında 15 ay Çin’de, 9 ay Hindistan ve çevresinde, 5 ay Avrupa ve Amerika’da, 8,5 ay da Mısır’da olmak üzere Osmanlı İmparatorluğu’nda bulunduğu bilgisini verdi. Dr. Girardelli, Mimar Chuta’nın Osmanlı İmparatorluğu gezisi sürecinde incelemiş olduğu anıtlara ilişkin verdiği bilgilerde ise Chuta’nın gezi notlarında incelediği 39 anıt arasında, 11 Osmanlı camii, 13 orjinal Bizans kilisesi, 4 adet Müslüman olmayan Osmanlı halkına ait dini ya da seküler yapıt ve yalnızca 2 adet geç dönem Roma ve 5 seküler Osmanlı yapıtının bulunduğu bilgilerini verdi.
“Ayasofya Mimari Bir Başyapıttır”
Dr. Girardelli ayrıca Mimar Chuta’nın İstanbul’da incelediği anıtlar arasında en sevdiği mimari yapıtın ise Ayasofya olduğunu belirtti. Chuta’ya göre mimari bir başyapıt olduğundan kimsenin Ayasofya’yı görmezden gelemeyeceğini ya da ona zarar veremeyeceğini anlatan Girardelli, Chuta’nın Ayasofya’nın tarih boyunca devam eden kalıcılığına ve sürekli kullanımına vurgu yaptığını söyledi. İstanbul’daki Osmanlı mimarisi söz konusu olduğundaysa, Chuta’nın iki büyük cami olan Sultan Ahmed ve Süleymaniye’yi değerlendirdiğini; iki caminin de mimari süsleme ve desen sanatını ise övgü dolu şu sözlerle andığına işaret etti: “Türkler yüzeyleri süslemeyi seviyor ve bunu çok da iyi yapıyorlar. Türklerden başka hiç kimse böyle desen kombinasyonları yaratamaz çünkü onlar desenleri ciddiye alıyorlar.”
“Bursa Yeşil Cami’ye Büyük Hayranlık”
Girardelli, Mimar Chuta’nın İstanbul ziyaretinin ardından Anadolu’ya gitmeden önce Bursa’ya altı günlük kısa bir gezi yaptığında oradaki mimarinin daha otantik olduğunu düşündüğünü söyledi. Dr. Miyuki Aokı Gırardellı, Chuta’nın Bursa Yeşil Cami üzerine yazdığı notlarda ise Osmanlı mimari kültürüne ilişkin tanık olduğu çeşitlilik karşısında yaşadığı şaşkınlık ve hayranlık duygularını ise şu cümlelerle kağıda aktardığını belirtti: “Aynı boyuttaki iki kubbe bir eksene oturtulmuş, ancak önde olanın biçimi çok kendine has ve diğerinden çok farklı. Kubbenin etrafında hiç pencere yok ve ışıklandırma için tepeye bir çeşit fener asılmış. Bu yöntem ne Bizans’ta ne de antik dönemde kullanılmış bir yöntem değil. Böyle bir şeyi Ön Asya’da görmek çok garip.”
Program, İTÜ Mimarlık Fakültesi Dr. Öğr. Üyesi Dr. Miyuki Aokı Girardelli’nin sunumunun ardından, katılımcılardan gelen soruların yanıtlanmasıyla sona erdi.