10 Temmuz 2020 tarihinde Danıştay 10. Dairesi Ayasofya’nın müzeye dönüştürülmesiyle ilgili 24 Kasım 1934 tarihli Bakanlar Kurulu Kararı’nı oybirliği ile iptal etmiş. Ardından da 2729 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararı’yla Ayasofya’nın Diyanet İşleri Başkanlığı’na devredilerek ibadete açılmasına karar verilmişti. Sonrasında da gerekli hazırlıkların yapılarak Ayasofya’nın 24 Temmuz tarihinde Cuma namazıyla tekrar cami olarak işlev görmeye başlayacağı ifade edilmişti. İşte bugün bu büyük gün geldi çattı. İstanbul’un fethinden sonra 1 Haziran 1453’de kiliseden camiye çevrilen Ayasofya yine bir Cuma günü müzeden tekrar camiye dönüştürülerek inşa ediliş amacı doğrultusunda tekrar ibadet hane olarak tüm insanlık ailesine hizmet vermeye devam edecektir.
MÜSLÜMAN KİMLİĞİN SOMUT TEZAHÜRÜ
Bu kısa girişten sonra bu yazıda bir din bilimci olarak Ayasofya’nın İstanbul’un kimliği açısından taşıdığı önem ve sembolik değeri okuyucunun dikkatine sunulmaya çalışılmaktadır. Dinler öğretilerden ziyade tezahürleriyle geniş halk kitleleri tarafından tanınıp bilinirler. Şüphesiz ki bu tezahürler de sembollerle ifade edilir. Bu açıdan bakıldığında mabetler dinlerin varlığının en önemli göstergesidir. Bu bağlamda camiler İslam dininin, kiliseler ve katedraller Hıristiyanlığın, sinagoglar Yahudiliğin, kısaca dini mabetler ait oldukları dinlerin varlığının yeryüzündeki sembolleridir. Bu açıdan baktığımızda bugün tekrar ibadetle buluşturulan Ayasofya, günümüzde dünya nüfusunun yarıya yakınını oluşturan Hıristiyanlık ve İslam dinine sembollük görevi gören yegâne dini yapı olma özelliğini taşımaktadır. Bilindiği üzere Hıristiyanlığı Roma İmparatorluğu bünyesinde serbest bırakarak onun bir imparatorluk dini olmasının ve bu şekilde dünya ölçeğinde yaygınlaşmasının yolunu açan ilk Hıristiyan Roma İmparatoru olan Konstantin, Hıristiyan inancı üzerinden Roma barışını (Pax Romana’yı) sağladıktan sonra pagan Roma kentine alternatif olarak fetihten sonra adı İstanbul olan Konstantinopolis şehrini kurarak imparatorluğun başkenti yapmış. Devamında da bu yeni başkentin Hıristiyan kimliğinin işareti olarak 360 yılında şehirde ‘Megale Ekklesia’ (Büyük Kilise) adıyla bir imparatorluk kilisesi inşa ettirmiştir. Ahşap olarak inşa edilen bu kilise Hristiyanlığı Roma İmparatorluğu’nun resmi dini yapan II. Theodosius tarafından yenilenmiştir. Ancak çıkan halk ayaklanması sonucunda II. Theodosius tarafından yenilenen bu kilise de yıkılınca İmparator Jüstinyen (527-565) tarafından Hagia Sophia (Kutsal Bilgelik) adıyla günümüzdeki şekliyle tekrar inşa ettirilmiştir. İşte günümüzde Ayasofya dediğimiz bu kadim mabet, özellikle de fetih sonrası yapılan çeşitli tadilat ve güçlendirme çalışmaları sonucu Jüstinyen tarafından inşa ettirildiği şekliyle günümüze gelmiş dünyanın en kadim ve nadide eserlerinden biridir. Bu açıdan baktığımızda Ayasofya paganizmden arındırılarak Hıristiyanlaştırılan Roma İmparatorluğu’nun ilk kilisesi, dolayısıyla da Hıristiyan varlığının en önemli tezahürü yani sembolü olan bir dini yapı olarak tarihteki yerini almıştır. 916 yıl bu özelliğini sürdürdükten sonra 1453’de Fatih Sultan Mehmet öncülüğünde Müslümanlar tarafından fethiyle birlikte şehrin adı Konstantinopolis’ten İstanbul’a dönüşüp Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti yapılınca, eski kimliğinin sembolü olan Hagia Sophia da yeni kimliğe uygun olarak camiye dönüştürülerek Ayasofya adını almış ve artık şehrin Müslüman kimliğinin somut tezahürü olmuştur. Bu açıdan baktığımızda Ayasofya’nın kiliseden camiye dönüştürülmesinin en temel nedeninin İstanbul’un artık bir Müslüman kenti olduğunun tüm dünyaya özellikle de Müslüman dünyanın en önemli rakibi olan Hristiyan dünyasına açıkça ilan edilmesi anlamına gelmektedir. Dahası bu ilan, şehrin yani İstanbul’un Müslümanların kontrolünde olduğu müddetçe Ayasofya’nın da cami olmaya devam edeceğinin en önemli teminatıdır. Dolayısıyla İstanbul bir Müslüman kenti olmaya devam ettiği sürece Ayasofya’yı cami dışında bir amaçla kullanmanın şehrin Müslüman kimliğine ihanet olacağı aşikardır. Nitekim bu olgusal gerçeklikten dolayı 1934 yılında bir oldu bittiye getirilerek çıkarılan bir Bakanlar Kurulu kararıyla Ayasofya’nın cami olmaktan çıkarılarak müze haline getirilmesi dini duyarlılık sahibi herkesi derinden üzerek büyük bir kedere gark etmiştir. Dahası bu durum hem Fatih’in emanetine hem de şehrin Müslüman kimliğine sahip çıkmak isteyen dini hassasiyet sahibi herkesi Ayasofya’nın tekrar ibadete açılma özlemiyle yanıp tutuşmaya sevk etmiştir. Yazının başında ifade ettiğimiz Danıştay’ın kararı sonrasında Sayın Cumhurbaşkanımız’ın tüm dünyaya ilan ettiği Ayasofya’nın artık cami olarak hizmet vereceği kararı, kederli Müslüman gönüllerin mahzunluklarının giderilerek Hıristiyan dünyaya karşı başlarının tekrar dik kılınması anlamına gelmektedir.
İSLAM’IN KAPSAYICILIĞI VE KUCAKLAYICILIĞI
Bu vesileyle Müslümanların fetih politikası ve bu politika çerçevesinde İstanbul’un fethinden sonra Ayasofya’nın kiliseden camiye dönüştürülmesiyle ilgili şu hususa da dikkat çekmek istiyorum. İslam kendini Hz. Adem ile başlatarak ilk ve son din olarak tanımladığından Müslümanlar kapsayıcı ve kucaklayıcı bir dünya görüşüne sahiptir. Nitekim bu dünya görüşlerinin bir tezahürü olarak da fethettikleri gayrimüslim topraklardaki dini yapıları Müslüman kimliğinin ayrılmaz parçası olarak gördükleri peygamberlerle özellikle de Hz. Musa ile ilişkilendiren Yahudi dini yapıları ile Hz. İsa ile ilişkilendiren Hıristiyan dini yapılarını geniş anlamıyla İslam’ın da dini yapısı olarak gördüklerinden onları yıkmak yerine muhafaza ederek dini amaçlı olarak kullanılmaları konusunda azami hassasiyet göstermişlerdir. İşte bu kuşatıcı dünya görüşünün bir tezahürü olarak Kudüs savaş yoluyla değil de sulh yoluyla fethedilince barış hukukunun gereği oradaki Yahudi ve Hıristiyan mabetler camiye dönüştürülmeden muhafaza edilmiş, İstanbul ise savaşarak fethedildiğinden savaş hukukunun gereği olarak sembolik değeri olan Ayasofya ve birkaç diğer Hıristiyan mabedi camiye dönüştürülmüş diğerleri ise kilise olarak bırakılmıştır. Dahası camiye dönüştürülen yapılar da orijinal kimliği içinde ibadete halel getirmeyecek şekilde korunmuştur. Örneğin 1934 yılında müze statüsüne dönüştürülünce tekrar gün yüzüne çıkarılan ikona ve freskler kırılıp yok edilmek yerine ibadete engel olmamaları için dönemin teknolojisi çerçevesinde sıva ile kapatılmıştı. İnsanlığın kültür mirası olma özelliği taşıyan bu eserlerin akıbeti adına Ayasofya’nın tekrar camiye dönüştürülmesine karşı çıkan endişeli sekülerler ve Hıristiyanlar hiç merak etmesinler; kapsayıcı ve kucaklayıcı dünya görüşlerinin gereği olarak kadim dini yapıları koruyup kollayan atalarımız gibi aynı dünya görüşünün mirasçısı olarak bizler de çağın teknolojik şartları çerçevesinde bir yol bularak Ayasofya’nın ikona ve fresklerini insanlık ailesinin ortak kültürel varlığı olarak koruyup kollayarak onları ziyaretçileriyle buluşturmaya devam edeceğiz. Bu konuda Müslümanları suçlayanlar veya onlardan endişe edenler 1492 yılında Endülüs bölgesinin tekrar Hıristiyanların eline geçmesinden sonra başta dönemin en büyük camisi olan Kurtuba Camii olmak üzere oradaki Müslüman eserlerine ve Kudüs’te İsrail devletinin Müslümanlara ait dini yapılara nasıl davrandıklarına lütfen bir baksınlar.
Ayasofya’yı müzeye dönüştürerek onun İstanbul’un Müslüman kimliği olmasına gölge düşüren 1934 tarihli Bakanlar Kurulu kararını iptal eden Danıştay 10. Dairesi’nin yürekli yargıçlarını gönülden tebrik ediyorum. İptal kararının ardından İstanbul’un banisi Fatih Sultan Mehmet’in hatırasına sahip çıkarak kadim mabet Ayasofya’yı tekrar “Allah’ın adının anıldığı” bir dini mekana yani camiye dönüştürme kararını vererek İstanbul’un Müslüman kimliğini pekiştiren ve Hıristiyan dünyanın bu sembol şehirle ilgili emellerine son veren Sayın Cumhurbaşkanımız’a minnet ve şükranlarımı ifade etmek istiyorum. Ayasofya’nın yine bir Cuma namazıyla müminlerin rükû, secde ve dualarıyla buluşturulması mübarek olsun.
Prof. Dr. Mahmut Aydın
Rektör
Kaynak: https://www.yenisafak.com/hayat/istanbulun-musluman-kimliginin-semboluayasofya-3550450