Samsun Üniversitesi (SAMÜ) Düşünce ve Sanat Çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi (DÜSAM), “Fragmanter Film Okumaları” başlıklı etkinlikler dizisine dijital buluşmalar ile devam ediyor. Arş. Gör. Büşra Nur Topal nezaretinde gerçekleşen programda “The Elephant Man / Fil Adam” adlı film üzerine konuşuldu. Online bir platform üzerinden gerçekleştirilen programda Büşra Nur Topal, topluma yabancılaşmış ve damgalanmış bireylerin durumuna yönelik değerlendirmelerini psikoloji ve sosyoloji bilimleri açısından sunarken katılımcılar, soru ve yorumlar eşliğinde etkinliğe ilgi gösterdiler.
“Fillerin ayak sesleri, işçilerin kolları ve makinelerin gıcırtısı”
Konuşmasına bir David Lynch filmi olan The Elephant Man (Fil Adam)’ın izleyiciyi karşılama biçimi ve ilk sahnelerdeki fil adam anlatısının yorumlayıcı şemayı nasıl etkilediğiyle başlayan Topal, fillerin ayak sesleri zannettiğimiz ritmik sesler ile makine kollarını hareket ettiren işçilerin çıkardığı seslere gönderme yapma imkanının, sinemada ancak güçlü bir dolaylayıcı kurgu ile gerçekleşebileceğini ifade etti. Topal, 19. yüzyıl İngilteresinde bilinen yoğun sanayi hamlelerinin, doğrudan ekrana yansıtılmadan da, bireyin gündelik ilişkilerdeki toplumsal durumu ve kamu kurumlarıyla olan ilişkisi üzerinden de ele alınabileceğini belirterek dönemin tarihsel koşulları ile filmin ana karakteri olan Fil Adam arasında bir köprü kurdu.
“Normal görünümlü olmayanları karşılama biçimlerimiz, rahatsızlığımızın telafisidir”
“Çirkin, ucube, yabancı, cüce, cüzzamlı, kambur bireylerin içerisinde bulundukları durum ve bedensel korkunçlukların toplumsal normlara aykırı düşmesi karşısında her daim bir şey söylemek isteriz” açıklamasında bulunan Topal, bu tür bireyleri karşılama biçimlerimiz arasında kaçınma, yaklaşma, acıma, utanma gibi davranışların yer aldığını ve bunların yanı sıra anormal görünümlere sahip insanların, normal görünümlere sahip olanları belirli türde davranmaya ittiğini belirterek konuşmasını şöyle sürdürdü: “Öyle ki bedensel görünümü normal olmayan dezavantajlı bireyleri estetize edebiliyoruz. Filmde ortadan kaldırılamayan ve müdahale edilemeyen çirkinlik, karakterleri rahatsız ediyor fakat sanki rahatsız etmiyormuşçasına, hiç etkilenmiyormuşçasına fazladan mütebessim bir çehreyle karşılanıyor Fil Adam. Hatta öyle ki ona, ‘Siz Fil Adam değilsiniz, Romeo’sunuz!’ deniliyor. Bu cümleler ilk bakışta şefkatin yansıması gibi görünebilir fakat öyle değil. Bedensel görünümü normal olmayan bireyin durumunun estetize edilmesi, bedenin anormal görünümüne duyulan rahatsızlığın ve ayrıştırıcı temayüllerin bir telafisi.”
“Olan biten normal olmayanların trajik durumları değil. Damgalayıcı her türlü eylem, bu bireylerin çektiği acılardan daha fazlasını taşır: Lekelenmişliğin toplumsal durumlarını” ifadeleriyle konuşmasını sürdüren ve damgalı bireylerin sirklerden alınıp klinik vaka olarak akıl hastanelerine veya bakımevlerine yatırılmalarının, iyilikseverlik ideası üzerine kurulu olduğunu ifade eden Topal, “18. Yüzyılda kent meydanları inşa edilirken Londra sosyetesi ve orta sınıf için yeni evler de tasarlanıyordu. Yoksulların evlerinin alınıp kent görünümünün büyük oranda değiştirilmesi hedefleniyordu ve aristokratlara inşaat hakkı tanınmıştı. Fakat bu evlerin yıkılması, onlarca ‘evsiz adam’ yarattı. Sonrasındaysa servet sahipleri, kurumlar aracılığıyla evsizlere bakım verilmesini sağlayarak onları ötekileştirmediklerini, onlara iyiliksever yaklaştıklarını göstermek istediler ve medya, dezavantajlı bireylere yardım eden sosyeteyi her fırsatta manşete taşıdı” dedi. Analizlerinde filmdeki belirli sahnelerden örnekler sunan Topal şu sözlerle konuşmasını tamamladı: “Bugün damgalılarla olan temaslarımızda açığa çıkan iyiliksever tutum, İngiliz sosyetesinin, yoksulları mülksüzleştirdikten sonra gösterdiği centilmenliğe ne kadar benziyor. Ucube olarak adlandırılan bireylere yönelen nezaket, telafi edici bir davranışsal pratiktir. Delilerin zincirlerinden kurtarılması, çirkinlere Romeo olarak seslenilmesi gibi her türlü telkin ve estetize edici pratik, damgaya dahildir.”